Yıldız Tar
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun kesin karara bağladığı belirtilen “İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı kararnamesiyle çıkılması” konusunda yeni bir davanın daha gündeme alındığı ortaya çıktı. Kadının İnsan Hakları Derneği’nin (KİH) başvurusunu değerlendiren Danıştay 10. Daire, iki buçuk yıl sonra, 28 Kasım tarihine duruşma günü verdi.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi yönündeki 20 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve bu kararın işleme konulmasının ardından çok sayıda siyasi parti, kadın derneği ve sendika ayrı ayrı dilekçelerle Danıştay’a başvurdu. Danıştay 10. Daire, açılan tüm davalarda yürütmenin durdurulması istemlerini reddetti. Kararın iptali istemiyle açılan bazı davaları duruşmalı olarak gördü ve en az dört davada Cumhurbaşkanlığı kararını hukuka uygun bularak davanın reddine karar verdi.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun da bu kararı onaylamasıyla, kararlar kesinleşti. Ancak Danıştay’ın henüz karar vermediği başka başvurular da bulunuyordu.
“Cumhurbaşkanı, uluslararası sözleşmelerden çıkabilir ancak…”
O başvurulardan biri olan KİH’in başvurusunda 10. Daire’nin duruşma günü verdiği ortaya çıktı. KİH Avukatı Ezel Buse Sönmezocak, kurul kararına rağmen kendilerine duruşma günü verilmesinin, her davanın hukuki gerekçeler anlamında biricik olmasından ve duruşma talepli açıldığı için duruşma yapılmadan karara çıkılamamasından kaynaklandığını vurguladı.
Sönmezocak, şunları söyledi:
“Danıştay 10. Daire önünde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına karşı açılan iki yüze yakın dava bulunuyordu. Danıştay, bir kısım davayı duruşma yaparak karara bağladı ancak bizim davamızda olduğu gibi bir kısım dava dosyası ise iki buçuk yıldır daire önünde bekliyordu. Basına Danıştay’ın son kararını verdiğine ilişkin yansıyan aslında tüm başvurular yönünden değildi. Yani basına yansıdığı gibi Danıştay, İstanbul Sözleşmesi davalarında ‘son sözü’ söylemiş değildi. Danıştay Büyük Salon’da yapılan duruşmalarda Cumhurbaşkanlığı avukatı, birbirinin aynısı dilekçelerle açılan davalar olduğunu öne sürmüştü. Bu yaklaşımın biz mahkemeye de yansıdığını düşünüyoruz. Çünkü bu yaklaşım yüzünden dilekçeler okunmadan, sanki hepsi aynı hukuki iddiaları aynı gerekçelendirmelerle öne süren aynı dilekçelermiş gibi hareket edildi. Önümüze gelen yürütmeyi durdurma kararı gerekçesinde dilekçemizde öne sürdüğümüz hiçbir hususa dair değerlendirme yapılmamış olduğunu, tüm başvuruculara da aynı “kopyala yapıştır” gerekçeyle örneğin yürütmeyi durdurma yönünden red verildiğini gördük. Bir kere her dilekçe aynı değildi. İlk günlerde verilen dilekçelerde kararın çok büyük oranda yetki boyutuna odaklanılıyor, Cumhurbaşkanı’nın uluslararası sözleşmelerden çekilme yetkisi olmadığından bahisle söz konusu kararnamenin Anayasa’ya aykırılığı öne sürülüyordu.
“Yetkiyi kullanamaz”
Biz ise esasen daha farklı bir yaklaşım benimsedik. Biz dilekçemizde eski sistemde Bakanlar Kurulunda olan, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte de Cumhurbaşkanına geçen uluslararası sözleşmeleri onaylamaya ilişkin yetkinin nasıl bir yetki olduğunu, hukukumuzda bu yetkinin hangi durumlarda söz konusu olduğunu nasıl bir kademelendirme yapıldığını çok detaylıca açıkladık. Yani biz kararın Anayasaya aykırılığını tartışmıyoruz, Cumhurbaşkanı’nın evet uluslararası sözleşmeler bakımından yetkisi var ve eskiden bu yetki Bakanlar Kurulundaydı bu yeni bir şey de değil. Ama diyoruz ki İstanbul Sözleşmesi, Cumhurbaşkanı’nın bu yetkiyi kullanabileceği bir sözleşme değil. Dolayısıyla işleme doğrudan yasal dayanak olarak gösterilen 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine aykırı diyoruz. Haliyle mahkeme şimdi İstanbul Sözleşmesi’nin bu kademelendirme içinde Cumhurbaşkanının onaylama/çekilme yetkisi dahilinde bir sözleşme olup olmadığını incelemek zorunda. Çünkü bizim ana argümanımız bu.”
“Kamu yararına aykırı” vurgusu
KİH, dava dilekçesinde Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte Bakanlar Kurulu’nun ortadan kalkmasının ardından 2 Temmuz 2018’de KHK ile Cumhurbaşkanlığı’nın bazı uluslararası anlaşmaları onaylama yetkisine sahip olduğunu hatırlatsa da; İstanbul Sözleşmesi’nin bu kapsam dışında olduğunu, Cumhurbaşkanı’nın yetki sahibi olduğu “iktisadi, idari ve teknik antlaşmalardan” olmadığını savundu.